Transcript

  “DEVLET DERSĠNDE ÖLDÜRÜLEN ÇOCUKLAR” YA DA ADALET VEBAĞIġLAMA ÜZERĠNE 1   Ünsal Doğan BAġKIR    “Biraz Schubert dinlesek nasıl olur? „Ölüm ve Kız‟? (…) Hep duaederim, gittiğim yerde Schubert olmasın diye ve garip değil mi, bir  zamanlar, hatta şimdi   de, benim en çok, en en çok sevdiğim bestecidir; nekadar, ne kadar soylu bir yaşam duygusu vardır onda. Ama kendikendime hep söz veririm, gün gelecek, ona kavuşacağım (…) Artık ben de yeniden Schubert‟imi dinleyebilirim, hatta eskiden olduğu gibi, konserebile gidebilirim. Schubert‟in eşcinsel olduğunu bilir miydiniz? Canım,elbette bilirsiniz, siz değil miydiniz bunu defalarca, tekrar tekrar kulağıma fısıldayan, bir yandan da „Ölüm ve Kız‟ı çalardınız. Bu kaset değil mi o, doktor, yoksa sesi saf ve temiz kalsın diye her yıl yeni bir  tane mi alırsınız?”   Gerardo, beklendiğinden geç bir saatte başka birinin arabasıyla evine döner; karısıPaulina onu beklemektedir ve dışarıdan gelen bu yabancı arabanın sesi onu ürkütür. Gerardo,yolda bozulan arabasıyla başkente gitmiş, cumhurbaşkanı ile görüşmüştür. Cumhurbaşkanı,askeri yönetimin „ölümle sonuçlanan insanlık dışı uygulamalarını‟ soruşturacak bir komisyonun en genç üyesi olarak atamıştır onu. Paulina ise bu durumdan pek hoşnut değildir anlaşılan. Zira komisyonun sadece „geri döndürülemez‟, yani ölümle sonuçlanan davalarıinceleyecek olması ve yargı, ordu gibi kurumların halen askeri yönetimin kalıntılarıncayönetiliyor oluşunun bu soruşturma sonucunda suçları sabitlenecek olan kişilerin sivil yönetimce   cezalandırılmasını engellemektedir. “Sınırlarımız var.” der Gerardo; “Adaletistiyorum.” diye inler Paulina, “adalet”.Bugünlerde Ankara Sanat Tiyatrosu tarafından sahneye konulan ve Filiz Ofluoğlu‟nungüzel çevirisi ile okuma şansına da sahip olduğumuz Ariel Dorfman‟ın „Ölüm ve Kız‟ı böyle    bir noktadan başlıyor adalet sorununa yaklaşmaya. Şilili yazar, bu temayı bir roman olarak    yazmayı planlayıp, bir süre bu konu üzerinde çalışmış olmasına rağmen romanını rafakaldırdığını   ifade ediyor: “Ana rahminden çıkamayan bir bebeğin doğumu bir forse  ps ile 1   16 Ağustos 2009 tarihli BirGün Kitap ‟ta kısaltılarak yayımlanmıştır.    gerçekleştirilebilir, oysa doğmak istemeyen kurgu kişilerin forsepsle, yaşam boyu sakatkalacakları ve yaşamlarının sakat olacağını neyse ki zamanında anlamıştım.” Karakterleri,fikrin ortaya çıkışından tam 17 yıl sonra doğuyor Dorfman‟ın ve bir tiyatro metni içerisineyerleşiveriyor. Öyle bir metin ki bu, merkezine sadece adalet ve yasaların yargısı fikrini değil,üçüncü karakterin de oyuna katılmasıyla bağışlama ile adaletin nerede ilişkilendiğini, builişkinin kendi   taraflarını nasıl da muğlâk     bir yere hapsettiğini ortaya seriyor: Oyunun üçüncükarakteri olan Doktor Roberto Miranda, Gerardo‟ya arabası yolda kaldığında   yardım edenkişi. Roberto‟nun gece Gerardo‟ya yardım etmek için tekrar eve gelmesi ise onun başka bir yönünü ortaya çıkarıyor. Paulina bu sesi ve bu teni tanıdığını, bu adamın Schubert ‟ in „Ölümve Kız‟ı eşliğinde   kendisine işkence yapan ve tecavüz eden ekibin bir üyesi olarak çalıştığını,işininse işkence görenlerin ölmemesini sağlamak olduğunu iddia ediyor. Adalet, yargı ve bağışlama üzerine yapılacak tartışmanın başladığı nokta tam d a burası: Elleri ve ayakları bağlıişkenceci ile ona bir silah doğrultmuş , adalet talep eden kurbanın karşılaşması.Bu noktada üç ayrı pozisyon koyuyor Dorfman önümüze: Adaletin itiraf ile geleceğiniiddia eden ve bunun için her şeyi göze aldığını gösteren „işkence kurbanı‟ Paulina; adaletinancak meşru yargılama ve yasalarca gerçekleştirilebileceğini, her suçlunun kendini savunma hakkına sahip olduğu ilkesinden ödün vermeyen hukukçu Gerardo ve kendisine isnat edile n suçu kayıtsız şartsız inkâr eden Doktor Roberto. Tüm bu pozisyonların üzerinde buluştuğuortak iki kavram ise, adalet ve bağışla(n)ma: itiraf ile arınmayı ve ancak bu şartla bağışlamayı kabullenen kurban; sanığın delil yetersizliği nedeniyle bağışlanmasını isteyen hukukçu;suçunu inkâr  ederek   bırakılmayı talep eden işkenceci.Adaletin itiraf ve bağışlama yoluyla sağlanabileceği fikri, gerek  Musevi- Hıristiyan (  judeochristian ) teoloji çerçevesinde gerekse seküler bir noktadan hareket ederek 20. yüzyılfelsefesinde boy göstermiştir. 20.   yüzyılın en önemli   düşünürlerinden Hannah Arendt, bir topluluğun bir arada olmasını sağlayabilecek ve onda adalet duygusunu canlı tutabilecek şeyin bağışlama olduğunu ortaya koyar. Jacques Derrida ise hem teolojik geleneğin, hem de seküler düşüncenin (Dorfman‟ın da yapmaya çalıştığı gibi) bağışlamaya ilişkin düşüncelerininçelişkileri üzerinde durur. Derrida‟ya göre, adalet duygusunun korunması açısından çok  büyük bir öneme sahip olan „bağışlama‟ birkaç çelişkiyi içinde barındırır. Her şeyden önce bağışlanacak olan nedir? Bağışlanabilir olan hatalar mı bağışlanabilir, yoksa bağışlanamazolanlar mı? Düşünür bu sorunu yanıtını ortaya koyar: Ancak bağışlanamaz olanın bağışlanması adalet duygusunun (yeniden) kurulmasını sağlayabilir. Örneğin (soykırım veişkence gibi) günümüzde „insanlığa karşı suç‟ kapsamındaki eylemlerin bağışlanması, tekrar  bir arada ve adalet duygusu çerçevesinde yaşayabilmemizi sağlayabilir. Fakat unutulmaması  gereken bağışlamanın itiraf ile birlikte işleyen ikili karakteridir. İşkenceci yaptığı eyleminsorumluluğunu almalı ve işkenceye uğrayan bu eylemi affedebilmelidir. Burada, Derrida‟nında ortaya koyduğu ikinci bir sorunla karşılaşmaktayız: Bağışlama kişisel bir yüzleşmenin sonucu olabilir ve iki önemli unsur bağışlama sürecinde yer almalıdır:   haksızlığa uğrayanın bağışlamayı reddetme hakkının/potansiyelinin yadsınmaması ve bağışlamanın aracısız,kurumsallığın ötesine geçen biçimde gerçekleşmesi. İşte bu iki unsur bağışlama ediminiistisnai ve kurucu yapacaktır.Kurumsallığı bulaşmayan ve (devleti/hukuku) aracı kullanmayan bir bağışlamanın veitirafın gerçekleşmesi, Derrida‟ya göre “çılgınca” bir düşüncedir; ama bizler bu çılgınlığainanmalı ve bunu bir gün gerçekleştirebileceğimizi hayal etmek zorundayız. İşin içine hukukisöylem ve „haksız fiil‟ mantığı girdiğinde karşımıza kaçınılmaz olarak bir uzlaşımçıkmaktadır. Oysa   aranan adalet uzlaşma değildir. O, bir anda kurulan, kendi hukukunu inşaeden ve hukukun onsuz olmayacağı bir edimi teşkil eder. Bu edim böyle çılgınca ve bir okadar da insani bağışlama ediminde/anında saklı olabilir. Dorfman‟ın oyununda gerçekleşeninde böyle bir bağışlama anı/edimi olduğu kanısındayım. Paulina‟ya kulak verelim: “Sen bir sonuca varıyorsun, ben başka bir sonuca. Bu geçiş dönemi de zaten bu değil mi? Uzlaşma,görüşme. Onlar bize demokrasiyi verdiler, ama ekonomi ve Silahlı Kuvvetler onların elinde?Komisyon suçları soruşturur, ama suçlar için kimse cezalandırılamaz. Konuşma özgürlüğüvar, yeter ki istediğini söyleme! (…) Dün akşam onun sesini duyduğum zaman, aklıma ilk gelen şey, yıllardır düşündüğüm şey, senin, soyut, uçucu dediğin bakışı gözlerimde gördüğünvakit duyduğum şey, neyd i  –ben ne düşünürdüm dersin? Onların bana yaptıklarını, her ânıölçülüp biçilmiş, tasarlanmış olarak, aynı araçları kullanarak, onlara yapmak. (…) Ama sonraaslı istediğimin bu olmadığını anladım. (…) Onun itiraf etmesini istiyorum. Onun kasetin başına çöküp yaptıklarını bana anlatmasını istiyorum, yalnız bana değil, herkese…”   Doktor yaptıklarını itiraf eder, etmesine;   ama pişmanlık duymadığı ve duymayacağıkonusunda diretir. Paulina ise yeniden Schubert dinlemek için, bu pişmanlık duymayanişkenceciyi öldürmesi gerektiğini düşünmektedir. Doktor Roberto, Paulina‟yı şiddetkullanarak şiddeti yok edemeyeceğine ikna eder; silah bir el havaya ateşlenir. Ortada bir uzlaşım yoktur; varolan ve kişi(lik)leri yeniden kuran bağışlamadır. Doktor Roberto çıkıp gider; P aulina koltuğa uzanır. Kulaklarımızda kalan ise, Paulina‟nın tüm bağışlayanların lanetini /çelişkisini göz önüne   seren haykırışıdır: “Neden hep benim gibi insanlar özveride bulunur? Ödün vermek gerektiğinde ödün verir, kendi dilimi ısırırım, neden?”