Preview only show first 10 pages with watermark. For full document please download

Claude Levi-strauss Yaban Duşunce

CLAUDE LEVI-STRAUSS YABAN DUŞUNCE ÇEVİREN: TAHSİN YÜCEL omo YABAN DÜŞÜNCE Claude Levi-Strauss, 1908'de Brüksel'de doğdu. Paris Üniversitesi'nde hukuk ve felsefe eğitimi gördükten sonra, bir süre lise öğretmenliği

   EMBED


Share

Transcript

CLAUDE LEVI-STRAUSS YABAN DUŞUNCE ÇEVİREN: TAHSİN YÜCEL omo YABAN DÜŞÜNCE Claude Levi-Strauss, 1908'de Brüksel'de doğdu. Paris Üniversitesi'nde hukuk ve felsefe eğitimi gördükten sonra, bir süre lise öğretmenliği yaptı yılları arasında Brezilya'da Sao Paulo Üniversitesi'nde toplumbilim profesörlüğünde bulundu. 1939'a değin bulunduğu Brezilya'da yaptığı alan çalışmaları doğrultusunda, ilk antropoloji makalesini 1936'da yayımladı. Daha sonra bir süre Fransa'da bulundu arası New York'ta New School for Social Research'te ders verdi. Bu dönemde Roman Jakobson'ın dilbilim çalışmalarından etkilenerek L 'analyse structurale en linguistique et en anthropologie (Dilbilim ve Antropolojide Yapısal Çözümleme) adlı makalesini yayımladı (1945) yılları arasında Paris Üniversitesi Uygulamalı Yüksek Araştırmalar Okulu'nda sosyal antropoloji çalışmaları yöneticisi olarak görev aldı. Bunun yanı sıra yılları arasında College de France'ta sosyal antropoloji kürsüsünde eğitim verdi. Yapısalcılığın kurucularından biri olarak kabul edilen Levi Strauss, Brezilya'nın yanı sıra, bugünkü Bangladeş'te de alan çalışmaları yaptı. Antropoloji, özellikle de sosyal antropoloji dalında verdiği yapıtlar, alanının en yetkin çalışmaları arasında yer almaktadır. 1973'te Academie Française üyeliğine seçildi. Başlıca yapıtları: Les structures Clementaires de la parente (1949; Akrabalığın Temel Yapıları), Race et Historie (1952; Irk ve Tarih, 1985), Anthropologie structurale (I. Cilt 1958; il. Cilt 1973; Yapısal Antropoloji), La pensee sauvage (1962; Yaban Düşünce, 1984), Mythologiques I. Cilt: Le cru et le cuit (1964; Çiğ ve Pişmiş), il. Cilt: Du miel aux cendres (1967, Baldan Küle), III. Cilt: L'origine des manieres de table (1968, Sofra Adabının Kökenleri), iv. Cilt: L'homme nu (1971, Çıplak İnsan), Le Regard eloigne (1982, Uzaktan Bakış), La Parole donnee (1984, Verilmiş Söz), Regarder, ecouter, lire (1993, Bakma, Dinleme, Okuma). Cogilo-25 JSBN Yaban Düşünce/ Claude Levi-Slrauss Özgün adı: La Pensee Sauvage Çeviren: Tahsin Yücel 1. baskı, 2000 adet, lstanbul, Aralık 1994 Düzelti:Hülya Tufan Tasarım: Mehmet Ulusel Ofset Hazırlık: Tansel Baybara Baskı: Altan Matbaacılık Ltd. Şti. Yapı Kredi Yayınlan Ltd. Şti., 1993 Türkçe çevirinin tüm yayın haklan saklıdır. Tanıtım için yapılacak kısa alıntılar dışında yaymanın yazılı izni olmaksızın hiçbir yolla çoğaltılamaz. Yapı Kredi Yayınlan Yapı Kredi Kültür Merkezi istiklal Caddesi, No: 285 Beyoğlu lstanbul Telefon: (0-212) Faks: (0-212) İÇİNDEKİLER Claude Levi-Strauss ve Yaban Düşünce 9 Önsöz 19 BİRİNCİ BÖLÜM Somutun Bilimi 25 İKİNCİ BÖLÜM Totemsel Sınıflandırmaların Mantığı 61 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM Dönüşüm Dizgeleri 103 DÖRDÜNCÜ BÖLÜM Totem ve Kast 139 BEŞİNCİ BÖLÜM Ulamlar, Ögeler, Türler, Sayılar 171 ALTINCI BÖLÜM Evrenselleştirme ve Özelleştirme 197 YEDİNCİ BÖLÜM Tür Olarak Birey 229 SEKİZİNCİ BÖLÜM Yeniden Bulunan Zaman 259 DOKUZUNCU BÖLÜM. Tarih ve Eytişim 289 Ek 313 Kaynakça 317 Ad Dizini 331 Kavram Dizini 339 Maurice Merleau-Ponty'nin anısına Claude Levi-Strauss ve Yaban Düşünce insanı canlıların en gelişmişi olarak nitelerken nesnel bir gözlemi dile getirdiğimiz söylenebilir. Ama onu yeryüzünün en yüce yaratığı olarak gösterirken, sanki her şey insanın gereksinimlerini karşılamak, gönlünce yaşamasını sağlamak için yaratılmış gibi, Her şey insan içindir derken, aynı ölçüde nesnel kaldığımız söylenebilir mi? insanı!zer şeyin üstüne koyan bu görüş sanıldığı kadar insancıl , sanıldığı kadar doğru , daha da önemlisi, sanıldığı kadar arı bir görüş mü? Çoklarımız böyle bir sorımun sorulmasını bile aykırı bulabilir, Peki, böyle olmayacak da nasıl olacaktı? deyip çıkabiliriz işin içinden. Gerekirse, tepkimizi haklı çıkaracak kanıtlar da sıralayabiliriz. ister dinsel olsun, ister dindışı, Batı düşüncesi bu konuda tükenmez bir kaynak sağlar bize. Ama, sayıları çok az bile olsa, başka türlü diişiinenler, insanı her şeyin üstüne koymanın kaynağını bencillikten alan bir önyargıdan başka bir şey olmadığını, bencillik ve önyargımnsa, bir kez el ele verdikten sonra, burada durmadığını, durdurulamadığını söyleyenler de yok değil. Örneğin ünlii budımbilimci Claude Uvi-Strauss'a sorarsanız, Batı düşüncesinin temel yanılgılarıııdan biri bu görüş olmuştur. Batı düşüncesi, insanı yiicelteceğim diye, önce doğayı budamış , sonra da insan kavramını sınırlamaya başlamıştır: İnsanın doğadan koparılması ve üstün, egemen varlık durıımuna getirilmesiyle başlanmıştır işe; böylece en yadsınmaz özelliğinin, yani canlı varlık niteliğinin silinebileceği sanılmıştır. Bu ortak nitelik görülmezlikten gelinerek her türlü aşırılığa olanak sa, lanmıştır. Batılı insan, özellikle tarihinin son dört yüzyılında, insansallıkla lıayvansallığı birbirinden kesinlikle ayırmayı bir hak olarak benimsemekle, birinden aldığı her şeyi ötekine vermekle, uğursuz bir dönemi başlattığını, durmamacasına daraltılan bu sınırın insanları da birbirinden uzaklaştırmaya ve gittikçe daha sınırlı bir azınlık yararına, bir insanlık ayrıcalığı istemeye yarayacağını, bu insanlığınsa, ilkesini ve kavramını özsaygıdan aldığı için, daha doğar doğ- 10 Yaban Düşünce maz çürüyeceğini anlayamamıştır . 1 Çağdaş Batı düşüncesinin doruklarından biri sayılan fean-paul Sartre'ın insanlığı tarihsel olan (dplayısıyla uygar, bilinçli, düşünen) ve tarihsel olmayan (dolayısıyla ilkel, yabanıl, bilinçsiz, düşünme yeteneğinden yoksun) toplumlar diye iki karşıt ulama ayırarak kendi toplumuna benzemeyen toplumları nerdeyse birer hayvan sürüsü olarak değerlendirmesi de hiç kuşkusuz bu tutumdan kaynaklanır. Oysa, Uvi-Strauss'a göre, insanın gerçeği farklılıklarının ve ortak özelliklerinin oluşturduğu dizgedeyken, bu gerçeğin tümüyle onun varlığının tarihsel ve coğrafyasal koşullarının yalnızca birine sığınmış olduğuna inanabilmek için, hem fazlasıyla benözekçi, hem de fazlasıyla bön olmak gerekir . (2) Ama, ister haklı olsun, ister haksız, kişi kendi ortamına, kendi ortamının düşünürlerine nasıl böyle ters düşebilir? Kişisel bir özelliğin sonucu mudur bu, yoksa belirli bir mesleğe, belirli bir yönteme bağlanmanın mı? Bu sorunun yanıtını olsa olsa Levi-Strauss'un kendi yapıtında bulabiliriz: Hüzünlü Dönenceler 'in başlarında, hem meslekten, hem yöntemden, hem de kişilikten söz edecek gibi görünen bir bölümle çıkar karşımıza: Nasıl budunbetimci olunur? Koyduğu başlığın düşündürtebileceğinin tersine, Claude Levi Strauss uzmanlık dalının özelliklerinden de, kendisini bu dalın en büyüklerinden biri durumuna getiren yönteminden de pek söz etmez burada; budunbetim ve budunbilimin yerini başka mesleklere verdikten sonra, soruyu da olumludan olumsuza çevirerek Neden felsefeci olunmaz? ya da Neden hukukçu olunmaz? türünden sorulara yanıt arar gibi görünür. Ama, hemen belirtmek gerekir ki, belirli meslekler konusunda genel yargılara varmak değildir amacı; gözlemlerini tarihinin belirli bir dönemini yaşayan belirli bir toplum, yıllarının Fransız toplumu ve belirli bir kişilikle, kendi kişiliğiyle sınırlar. Bu sınırlar içinde, Uvi-Strauss yalnızca felsefeye, yalnızca hukuka değil, nerdeyse hiçbir uğraş dalına ilgi duymaz. Budunbilim de hiç mi hiç ilgisini çekmeyen uğraş dalları arasındadır. Bu bilim kolu konusunda fazla bir bilgisi de yoktur. Dönemin en ünlü budunbilimcilerinden fames Frazer 1928 yılında Sorbonne'da bir konferans verecektir, bunu duyar, ama gidip dinlemeyi düşünmez bile. Bilimle, sanatla, çalışma ve araştırmayla başı hoş olmadığı için mi? Hayır, tam tersine, yaşamında her şey kendisini bu alanlara yöneltecek niteliktedir yılında, Bruxelles'de, sanatçı bir ailenin içinde doğmuş, küçük yaşta, ailesiyle birlikte Paris'e gelmiştir; babası ressam olduğuna göre, bu kentin sanat ve düşün çevresine yabancı değildir. Ayrıca, hep çalışkan ve başarılı bir öğrenci olmuştur. Hem felsefe, hem hukuk okur, her ikisinde de başarılı olur. Fransa' da, belirli alanlarda yükselmek isteyenlerin korkulu düşü olan agregation sınavını ilk girişinde, hem de ikinci Claude Levi-Strauss ve Yaban Düşünce 11 olarak kazanır. Öyleyse Levi-Strauss'un ilgisizliği başka şeyden: ilgilenmeye çalıştığı konuların, özellikle de felsefenin öğretilme ve uygulanma biçiminden kaynaklanır. Tristes Tropiques'te Hüzünlü Dönenceler'de oldukça ayrıntılı bir biçimde anlattığı gibifelsefe daha çok kavram ya da sözcük düzleminde kalan bir cambazlık, belki usu geliştiren, ama gerçek düşünceyi kurutan bir. etkinlik olmaktan öteye geçmez o dönemde, istenince otobüsün tramvaydan, istenince tramvayın otobüsten daha üstün olduğunu kanıtlamayı sağlayan bir anahtar, her kapıyı aynı biçimde açan bir maymuncuk verir kişinin eline; göndergenin ortadan kalktığı, gösterenin hiçbir gösterilene bağlanmadığı, gerçek kaygısının yerini becerinin aldığı bir alıştırmadan öte bir şey değildir. Üstelik, her şeyi sakat bir tarih anlayışıyla ele aldığı için, daha sonrakinin daha öncekinden nasıl doğduğunu açıklamayı gerçeği yanlıştan ayırmaktan çok daha fazla önemser. Kısacası, bunca alıştırmadan, bunca araştırmadan sonra, Uvi-Strauss on beş yaşında taşıdığı kanılardan pek de farklı olmayan birkaç ilkel kanıyla baş başa kaldığını, yani felsefenin kendisine fazla bir şey kazandırmadığını söyler. Zaman zaman, bunca yıl felsefe öğrenimi görmüş, yaşama da bir felsefe öğretmeni olarak atılmış bir insan olması nedeniyle, az çok felsefeci kalmamasına olanak bulunmadığını söylediği de olur kuşkusuz, ama az çok felsefeci olması temel tutumunu değiştirmez; tam tersine, gittikçe daha çok sertleşir bu tutum: Uvi-Strauss felsefe ve felsefeci sözcüklerini genellikle olumsuz bir anlamda kullanmaya başlar, tartışmaları felsefe alanına aktarmanın onları kısırlaştırmaktan başka bir işe yaramayacağını ileri sürer, kendi yapıtlarının felsefe bağlamında değerlendirilmesini de hiç mi hiç istemez. Hangi biçimde olursa olsun, felsefenin çalışmalarımdan yararlanmasına karşıyım , der, benim çalışmalarım olsa olsa bugün felsefe diye adlandırılan şeye sırt çevrilmesine katkıda bulunur . 3j Bugün felsefe diye adlandırılan şeyler arasında görüngücülük, gerçeğe yaklaşma biçimiyle ters gelir Levi-Strauss 'a, varoluşçuluksa, çağdaş insanın oldukça bön bir tutumla kendi kendisiyle başbaşa kalmak ve kendi benliği karşısında coşmak amacıyla seçtiği bir yoldur yalnızca, gerçek insanlıktan koparak kurulmuş, özel bir insanlık koşulunun dört duvarı içinde sıkışıp kalmıştır, hep özneli öne çıkarmaya, kişisel kaygılarını birer felsefe sorunu düzeyine yükseltmeye çabalar durur, oysa felsefenin görevi var ıığı kendi kendime göre değil, kendi kendine göre anlamaktır . 4j Sorun böyle temel ilkeler açısından ele alınınca, Claude Levi Strauss 'un çağının egemen düşüncesiyle uzlaşmazlığı gittikçe derinleşecek, nerdeyse bütün bir uygarlıkla, kendi toplumunun uygarlığıyla bir hesaplaşma olup çıkacaktır. Ama, söylemek bile fazla, bu uygarlığı yadsımak, gücünü görmezlikten gelmek değil, sınırlarını, boşluklarını, hepsin- 12 Yaban Düşünce den önce de tartışılmaz oldukları kesinlenen değerlerinin görelliğini ortaya koymak söz konusudur. Ama Uvi-Strauss bu uygarlığın içinde o kadar yalnız da bulmaz kendini; hesaplaşmalarında olsun, araştırmalarında olsun, Marx, Freud ve Rousseau her zaman yararlandığı, her zaman örnek aldığı yazarlardır. Ona göre, Freud'un yöntemi, duyarlık ve sezgi yoluyla, başlangıçta tutarsız görünen bir bütüne hiç de saymaca ve rastlantısal olmayan bir düzen getirerek fiziksel ve ruhsal evrenin kimi temel özelliklerini canlı bir tablo biçiminde zaman düzlemine yansıtmasıyla insan bilimleri alanında önemli bir adım olmuştur; daha on altı, on yedi yaşlarında okumaya başladığı Marx, fizik bilimi duyarlığın verilerinden yola çıkılarak kurulamadığı gibi, toplumsal bilimin de olaylar düzleminde kurulmadığını öğretmiş, önce örnekçeler oluşturmak gerektiğini göstermiştir; Freud da, Marx da, tıpkı yerbilim gibi, anlamanın bir gerçeklik türünü başka bir gerçeklik türüne indirgemek olduğunu, gerçek gerçekliğin hiçbir zaman en belirgin gerçek olmadığını kanıtlamıştır bize. s Roıısseau'ya gelince, Uvi-Strauss'a göre yalnızca bir felsefeci değil, insan bilimlerinin, özellikle de budunbilimin kurucusudur; üstelik, tutarlı ve soylu ilkelerden yola çıkar: Descartes, Cogito'dan yola çıkmakla, ben in sözde kesinliklerinin tutsağı olarak kalır; Rousseau'ysa, işe kendi ben iyle başlamak şöyle dursun, ben e hep kuşkuyla bakmayı yeğler: Roıısseau'nun düşüncesi ikili bir ilkeden yola çıkarak gelişir: Başkasıyla, bu başkası bir hayvan bile olsa, başkalarının en başkasıyla özdeşleşme ve kendi kendisiyle özdeşleşmeyi, yani ben i benimsenebilir kılabilecek şeyi yadsıma ilkeleri . Çıkış noktası bu olunca, düşiilice ister istemez genişlik ve nesnellik kazanır ve kendi düşüncesini böyle bir genişlik ve nesnelliğe kavuşturan Rousseaıı, Kişi insanları incelemek istediği zaman yakıııına bakmalıdır; ama insanı incelemek için gözlerini uzaklara çevirmesi gerekir, diyerek, yeryüzündeki nice ulusların yalnızca adlarını bildiğimizi, bir de tutup insan türii konusunda yargıya varmaya kalktı, ınıızı söyleyerek çağdaşlarına ve gelecek kuşaklara gerçek bir nesnellik, yöntem ve insanlık dersi verir. Bu derslere pek de kulak verilmediğini, tanı tersine, Rousseau 'nun kimi ça, daşlarınca bir hasta, bir deli olarak nitelendiğini biliyoruz. Ne olursa olsun, Uvi-Strauss fazlasıyla benimser Rousseau 'nım düşüncesini, hatta daha fazlasını yapar: Rousseau'nun düşüncede yaşadı, ını somut olarak yaşamak amacıyla budunbilimci olmayı düşlemeye başlar. Otuzlu yılların düşün ortamında epeyce bunaldıktan, bir iki lisede verdiği felsefe derslerinden ölümüne sıkıldıktan sonra, 1935 yılında, Brezilya'nın Sao Paulo Üniversitesi'nde görev alarak Fransa'dan uzaklaşır. Bu üniversitede toplumbilim dersl?ri verir. Ama, denilebilir ki, Uvi-Strauss'ım buralara gelmekteki amacı öğretmekten çok, öğrenmektir; bunun için de yabanıl- Claude Levi-Strauss ve Yaban Düşünce 13 Zarın yaşamını incelemek üzere tropik bölgelere uzun, yorucu, tehlikeli geziler düzenler. Bu gezilerde, ilkel diye adlandırılan küçük, parçalanmış toplumların çetin yaşamını paylaşırken, hem bundan böyle geliştireceği yorum ve kuramların canlı kaynağını, hem de kendini beğenmiş Batı'nın bir tür yalanlaması olan bir insan sıcaklığını bulur. Büyük ölçüde bu gezilerin öyküsünden oluşan Hüzünlü Dönenceler'de tanıdığı ilkel toplulukların en yoksulu, en zavallısı, başka gezginlere göreyse en kavgacı ve en acımasızı olan Nambikwara'lar konusundaki gözlemlerini şöyle noktalar: En yalın anlatımına indirgenmiş bir toplum aramıştım. Nambikwara 'Zarın toplumu öylesine yalındı ki, burada yalnızca insanlar buldum. (6) Claude Uvi-Strauss 'un bu gezileri yalnızca kendi kişisel yaşanımın ilginç bir evresi olarak kalmayacak, insan bilimleri için de benzerine az rastlanır bir katkının kaynağı olacaktır, ama, bu katkının gerçekleşmesi için, yeni bir yolculuğu ve yeni bir karşılaşmayı beklemek gerekecektir. Claude Uvi-Strauss, 1939 şubatında Fransa'ya dönmüş ve askere alınmıştır. Ama, 1940 sonlarında, Vichy hükümetinin çıkardığı bir yasa uyarınca, askerlikten uzaklaştırıldığı gibi, kökeni nedeniyle, Fransa' da güven içinde yaşaması da olanaksız görünmeye başlar. Bu nedenle, bir yandan Birleşik Devletler' deki akrabalarının, bir yandan o güne dek yaptığı ufak tefek budunbilimsel yayınlarda belirli bir değer görmüş olan birkaç bilim adamının çabalarıyla New York'a çağrılır. Burada, ders yılında, kendisiyle aynı kurumda ders veren ve kendisi gibi göçmen olan ünlü dilbilimci Roman Jakobson 'la tanışır. lki bilim adamı, ilgilendikleri sorunların birçok ortak yanları bulunduğunu görür, karşılıklı olarak birbirlerinin derslerini izlemeye başlarlar. Bundan en çok yararlanan Uvi-Strauss olur. Kendisinin de söylediği gibi, Uvi-Strauss, Jakobson 'la tanışmadan önce dilbilim konusunda nerdeyse hiçbir şey bilmez, 7j ama Jakobson'u, Jakobson aracılığıyla da Saussure'iin, Troubetskoy'un yapıtlarını tanıdıktan sonra, o zamana değin ancak sezinlemekle kaldığı yapı kavramını iyiden iyiye kesinleştirerek budımbilim alanında yepyeni bir yöntemi başlatır. Uvi-Strauss'un dilbilimden yararlanma biçimi ve getirdiği yapı kavramı konusunda çok şey söylendi. Bir başka yerde oldukça geniş bir biçimde ele aldığımız bu tartışmaların ayrıntılarına burada yeniden girecek değilizj8! Ancak ünlü budunbilimcinin toplumu dille özdeşleştirdiği gibi yanlış bir savı yineleyenlerin bugün yanılgılarını çoktan anlamış olmaları bir yana, insan bilimleri alanında yapı kavramının adına yaraşır bütün araştırmaların vazgeçilmez kavramlarından biri durumuna geldiği ve insan bilimlerine yepyeni bir nitelik kazandırdığı bir gerçek. Geleneksel dilbilimin de, geleneksel toplunıbilimin de yanlışlığı ögeler arasındaki bağıntılar üzerinde değil, yalnızca ögeler üzerinde durmak /9! yani olayları 14 Yaban Düşünce ilk ve son araştırma nesnesi olarak görmekte dayatmak olmuştur. Oysa Saussure, dili bir bağıntılar dizgesi, yani bir yapı olarak gördüğü, varlığını ögelerinde değil, ögeleri arasında kurulan bağıntılarda aradığı için dilbilimi sağlam ve tutarlı bir temele oturtmayı başarmıştır. Her biri kendine özgü kurallara göre işlemekle birlikte, toplumsal olgu öbekleri de birer yapı, birer bağıntı dizgesi olarak nitelenebilir, hatta, bir adım daha atılarak, toplumsal olguların işlevinin de bir tür iletişim olduğu söylenebilir. Genel olarak, iletişim her toplumda en azından üç düzeyde gerçekleşir: kadın iletişimi; mal ve hizmet iletişimi; bildiri iletişimi . (ıoj Bunlardan birincisi akrabalık ilişkilerinin, ikincisi ekonomik ve siyasal olguların, üçüncüsüyse dilin, sanatın, söylenin alanıdır ve her üçü de benzer bir yaklaşımla, yani birer yapı; birer bağıntı dizgesi olarak ele alınabilir. Geleneksel yöntemlere bağlı kalanlar bu kesinlemeler karşısında ürperebilir, örneğin akrabalık ilişkilerini bir iletişim dizgesi olarak nitelemenin alabildiğine saçma bir tutum olduğunu ileri sürebilirler. Ama, Les Structures elementaires de la parente (Akrabalığın Temel Yapıları, 1949) adlı ilk önemli yapıtında, Claude Levi-Strauss, evrensel bir kural olarak beliren yakın akrabalarla evlenme yasağından yola çıkarak böyle bir görüşün hiç de saçma olmadığını kesinlikle ortaya koyar: Yakınlarla evlenme yasağı, tıpkı genişletilmiş toplumsal anlatımı olan dışardan evlenme kuralı gibi, bir karşılıklılık kuralıdır. Almayı yadsıdığınız ve size vermeyi yadsıdıkları kadın, sırf bu nedenle, sunulan bir kadın oluverir /11 çünkü anneniz, kızkardeşiniz ya da kızınızla evlenmenizi yasaklayan kural, onları başkalarına vermenizi, sizin de başkalarının annesi, kızkardeşi ya da kızıyla evlenmenizi zorunlu kılarak kadınla erkeğin birleşmesini bir toplumsal iletişim durumuna getirir. Yasaklama ve serbestliklerin derecesi toplumdan topluma değiştiğine göre, bir tutumlar dizgesi olarak eklemlenen akrabalık ilişkilerini tek bir biçime indirgemek söz konusu olamaz kuşkusuz, ama, aynı biçimde eklemlendiklerine göre, hepsini aynı yaklaşımla, gösterdikleri benzerlik ve karşıtlıklara dayanarak çözümlemek olanaklıdır. Örneğin Çerkez'lerin akrabalık ilişkileri Trobiand'ların akrabalık ilişkilerinin tam karşıtıdır, ama dizge hep aynı biçimde eklemlenir. Bu bakımdan, bütün akrabalık ilişkilerini kapsayan, bütüncül bir çözümlemeye varılabilir. Levi-Strauss da bunu yapar; o güne değin hiçbir budunbilimcinin gerçekleştiremediği, kapsamlı ve geçerli bir bireşime ulaşır. Denilebilir ki, bu yapıt yalnızca Claude Levi-Strauss'un bilim yaşamında değil, insan bilimlerinin serüveninde de bir dönüm noktası olur; o zamana değin çözümsüz kalmış birçok sorun, dilbilimden esinlenen bir yöntem kullanılarak geçerli çözümlere kavuşturulduğuna göre, insan bilimlerinin önünde en azından denenmeye değecek nitelikte bir yol açılmış demektir. Levi-Strauss ülkesinde bir bilim adamının ulaşabileceği en yük- Claude Levi-Strauss ve Yaban Düşünce 15 sek noktalara ulaşırken (195o'de Ecole Pratique des Hautes Etudes'de, 1959'da da ünlü College de France'ta görevlendirilir), değişik alanlardan birçok bilim adamı da getirdiği yöntemden yararlanmanın yollarını araştırmaya girişir. Böylece Levi