Preview only show first 10 pages with watermark. For full document please download

Cumhuriyet. Kitap. şiirimizde Bir Dönemi Fcaşte&uje «

1 8 N İ S A N Cumhuriyet P A R A S I Z E K Selma Fındıklı nın yeni romanı Gümüşlü Martı yı H. Vasfi Uçkan tanıtıyor J. sayfada i a kitap Betül Tarıman, A bdülkadir Budak

   EMBED

  • Rating

  • Date

    May 2018
  • Size

    2.2MB
  • Views

    1,797
  • Categories


Share

Transcript

1 8 N İ S A N Cumhuriyet P A R A S I Z E K Selma Fındıklı nın yeni romanı Gümüşlü Martı yı H. Vasfi Uçkan tanıtıyor J. sayfada i a kitap Betül Tarıman, A bdülkadir Budak ın kitabını tanıtıyor...8. sayfada Andre Gorz sefaletten kurtuluşun yollannı anlatıyor sayfada M. Güler, Cemalettin Aykın ın Zor Zamanlar ını değerlendirdi sayfada Şiirimizde bir dönemi fcaşte&uje «M * m m ~ ^ ^ Şevket Rado'ya Türk şiirine Garip Hareketi ve sonrasıyla büyük Bir ivme kazandıran üç büyük şairimizin, Orhan Veli, Oktay Rıfat ve Melih Cevdet Anday ın, arkadaşları Şevket Ra do ya aşağı yukarı aynı dönemde yazdıkları mektuplar bir kitapta toplandı. Dönem içinde yaşanan birçok olav bu mektuplarla yaşamdık ve doğruluk kazanıyor. Uç şairin yaşamının ilginç yanları okurlarm bir hayli İlgisini çekecek. KEMAL BEK Mektup, uygulayımın (teknoloji) yaşamımızı istila etmediği; sözlü olarak telefonlaşmanın,.yazılı olarak da fakslaşmanın, leşmenin, etleşmenin, daha henüz yaşamımıza girmemiş başka aberleşmelerin bilimkurgusal olarak bile bilinmediği zamanlarda, yaşamımızın en önemli araçlanndandı. Çocukluğumuzda, Bak postacı gelivor/ Bize selam ediyor, diye başlayan tekerlemeyle o büyüleyici üniformaık sı içinde kapı kapı dolaşan postacıyı izler; ağzı açı ko- ca çantasında tıka basa dolu mektupları nasıl dökme- diğine, o karmakarışık zarf yığınları içinde hangi mektubu hangi eve bırakacağını nasıl şaşırmadan bulabildiğine şaşardık. Çocukluğumuzun büyücülerinden biriydi postacı. Sonra okulda mektup türü nü öğrendik; mektubun, özelmektup, işmektubu, edebîm ektup gibi türleri vardı. Jules Verne den Halide Edip e, Reşat Nuri ye birçok yazar kimi unutulmaz romanlarını mektup türünde yazmışlardı. Bir Kadın Düşmanı nın fettan kahramanı Sara nın mektuplarını kim unutabilir?^ Sonra büyüyünce bizim de yaşamımıza girdi mektup. Aşkımızı Sevgili... diye başlayan mektuplarla bildirdik. O zamanlar Seni seviyorum sözü bu denli ayağa düşmemişti. Sonra, Şu sıralar dardayım, acaba bana biraz borç... diye ödünç para da istedik mektupla. Kimimiz,... gerçi ücreti az, ama yine de hiç yoktan iyidir, diye biten mektuplara sevindik. Çocuğumuzun asker ocağından yolladığı özlem tüten mektubunu okumadan uzun uzun göğsümüze bastırdık. Mektup, kutsal metin di bizim için o zamanlar. CUMHURİYET KİTAP SAYI 635 Sonra yaşamımıza, daha doğrusu benim yaşamıma Ziyaya Mektuplar girdi. Bu türde ilk okuduğum, Tarancı nın Ziya Osman Sabaya içini açtığı, benim için unutulmaz kitap... O yıllarda, ünlü yazarların mektuplarının yayımlanması etik bir sorun sayılmaz, tartışmalar da çıkmazdı. Üstelik, biz yazın meraklısı gençler sevinirdik de; sevdiğimiz yazarların okur u düşünmeksizin yazdığı sereserpe satırları okuduğumuzda onları daha iyi tanıdığımız için. Şimdi ünlülerin mektupîarı m derleyen yerli yabankitaplar, kitaplığımızda birkaç rafı kaplayacak denli aldı. Bunların en yenisi, sözünü ettiğimiz mektubun altın çağt nda, 40 lı yıllarda, üç Garip şairin, Orhan Veli Kanık, Oktay Rıfat ve Melih Cevdet Anday ın yaşıtları ve arkadaşları olan yazar-gazeteci Şevket Rado ya yazdığı mektupları derleyen Şevket Rado ya Mektuplar kitabı. Yazınseverler ve yazınımızın Garip! konusunda araştırma yapanlar için önemli bir belge(l). Kamuoyunca tanınmış kişilerin mektuplarının kendilerinden izin alınmadan yayımlanmasının doğru olup olmadığı, zaman zaman tartışılmıştır. Anımsadığım son örnek, Attilâ Ilhan a yazılan mektuplara tepkilerdir. Kitapta mektubu yayımlanan kimileri bunda şaşılacak bir şey olmadığını ve mektuplarının yayımlanmasına karşı çıkmadıklarını; kimileriyse kendilerinden izin alınmamasına sitem ettiklerini söylemişlerdir. Mektup, yazanın mıdır, kendisine gönderilenin midir? Ölmüş bir kişinin mektuplarının yayımlanmasına kalıtçılarının (vârislerinin) izin verme hakkı var mıdır? İzin verilse bile bu mektuplara sansür uygulanmalı mıdır? İşte etik bir sorun... Kitaba Türk Şiirinin Şeytan Üçgeninden Mektuplar başlıklı bir önsöz yazan Enis Batur a göre, İki kişi arasındaki yazışmanın her koşulda özel olduğunu savunmak zor değil şüphesiz; (...) Gelgeldim, öteki kutupta, işin içinden çıkılmasını olanaksızlaştıran kamuya mal olmuşluk boyutunun beklediğini unutamaz, görmezden gelemeyiz. (...) Ucu açık kalmaya yazgılı bir tartışma bu. Çünkü mektup, anı defteri bir yana, ki- D eva m ı 4. sayfada. O K U R L A R A Türk şiirinin en gözüpek kolektif hareketlerinden birini yaratan Garip üçlüsünün, farklı yakınlık dozlarıyla ilişkide oldukları Şevket Rado ya, hareketin en sıcak döneminde yazdığı mektupların ve onlarla ilgili kimi ikonografik parçaların bir kitapta buluşturulması, bana kalırsa, anlamlı bir örnek ortaya koyuyor. Orhan Velinin, Oktay Rifat ın, Melih Cevdet Anday ın ortak, kesişen serüvenlerinin olduğu kadar, kişisel güzergâhlarının da okunması açısından ciddî katkılar getirebilecek tanıkmetinler bunlar. Yazın tarihçilerinin, araştırmacılarının bu türden belgeler arasında mekik dokuyarak geliştirebilecekleri yorumlar, bir dilin yazınsal cephesi bağlamında vazgeçilmesi güç, başvuru noktalarına ulaşılmasını sağlamaları bakımından da önemli görünüyor bana. diyor EmsBatur Şevket Rado ya Mektupların girişindeki yazısında. Gerçekten de Garip şiiri, Orhan Veli, Oktay Rıfat ve Melih Cevdet Anday la ilgili bir çok konudaki bilgilerimizin yanlışlığını gösteriyor bize hitap. Andre Gorz, çağımızın önemli düşünürlerinden biri. Dilimizde de yayımlanan Yaşadığımız Sefalet- Kurtuluş Çareleri kitabıyla, çalışma toplumunun sonunun geldiği ilan ediyor. Gorz la kitabı üzerine yapılmış bir söyleşi ve Nilgün Tutal ın bir değerlendirmesi yer alıyor sayfalarımızda. Bol kitaplı günler!... TURHAN GÜ N AY K im i» imtiyaz sahibi: çağ Pazarlama Gazete Dergi Kitap Basım ve Yayın A$ yi temsilen Cumhuriyet vakfı adına Ilhan Selçuk o Yayın Danışmanı: Turhan Günay o Sorumlu Müdür: Fikret İlkiz o Görsel Yönetmen: Dilek AkıskalK Baskı: Sabah Yayıncılık A$ İdare Merkezi: Türkocağı Cad. No: Cağaloğlu, İstanbul Tel: (212) Reklam: Publi Media Selma Fındıklı yeni bir romanla okur karşısında Gümüşlü M artı Selma Fındıklı Gümüşlü Martı da 4. Murat dönemini öyküleştiriyor. Yarattığı kişileriyle canlı kanlı bir roman yazmış Fındıklı. H. VASFİ UÇKAN Olmuşum derd-i firakınla zâif şo l hadde Kim getirm ez hayâle nakşımı nakkaşlar. N esimi nin bu beytiyle başlayan Selma. Fındıklı nın yeni romanı GÜ-. MÜŞLÜ MARTI okura sunulmuştur. GÜMÜŞLÜ MARTI altıncı yapıtı Selma Fındıklı nın. Dördü roman, ikisi öyküler. ilk romanı 1994 te çıkmıştı. O kitabın arka kapağında Ayla Kutlu ... Tertemiz bir dille okura sunuyor Nerede Yüreğim i. Usta bir anlatımla yaşayıp bitirilmiş bir tarihi öykülüyor. diyordu. Evet, Gümüşlü Martı da da bir tarih övküleşivor. IV. Murat dönemi. O dönem fonda kalıyor doğal olarak. Yazar için önemli olan romanın kahramanlarıdır. Ve bir romanda olması gereken tüm boyutlarıyla iç, dış dünyalarıyla o romanın kişileri. Onlar da nakkaş Yusuf, anası, babası, kız kardeşi, Anna (Andelib), Nizam Usta, Despot Rupen, Rahibe Diruhi, Başrahibe Eliza, Rahip Karakin. Selma Fındıklı roman ve öykü yazarı olarak tanınır; bilinir. Aynı zamanda TRT Ankara Radyosu Tiyatro Bölümü nde dramaturg. Onun ikinci kitabı Loş Sokağın Kadınları (Öyküler) Haldun Taner üçüncülük ödülünü, dördüncü kitabı Ankara istasyonu (Öyküler) Iş Bankası Büyük Ödülü nü almıştı. Yani ödüllü bir yazar Selma Fındıklı. Edebiyatımıza sessiz ama düzeyli bir giriş yaptığı yazılmıştı bir kitabının arka kapağında. Bu yeterli değil sanırım. Ona şunları da eklemek gerekir: Özenli, üretken ve araştırmacı bir yazar. IV. Murad döneminde pek çok olay vardır elbette. Bunların bazıları da biliniyor. Böyle olmasına karşın onun Gümüşlü Martı için de ayrıca bir araştırma yaptığı inancındayım ben. Ve yapmıştır da. Hatta kitapta adı geçen manastır ve kilise (İstanbul da var mıdır bilmiyorum) varsa oralara da gitmiştir; yoksa eğer başka bir manastıra, kiliseye gidip ilgililerle konuşmuştur. Nereden nereye Gümüşlü Martı da Yusuf un babası Yakup devşirmedir. Onu yıllar yıllar önce alıp getirmişler, Galata da Acemioğlanlar kışlasına teslim etmişler; sonra da Yeniçeri ocağına, Asesbaşı Bölüğü ne verilmiş. Annesi ise Bedesten önüne gözleri bağlı olarak getirilmiş ve orada satılmıştır. Onu satın alanlar da on dört yaşına geldiğinde adını Cemaliye olarak değiştirip Yakup adında bir asesle (gece bekçisi) evlendirmişlerdir. Yusuf yalnızca bunları öğrenebilmiştir babasından, bir de nasıl nakkaşaneye verildiğini anımsıyor. Bir ara evde resim çizerken, babası Bu gece devriye nöbetimi tamam eyledikten sonra Paşakapusu na varıp Asesbaşı nın huzuruna çıkacağım bi iznillah. Dalu budağı uzundur onun... Tanır sernakkaşı... demiştir. Onu nakkaşaneye verecektir babası. Ee baba bu.. Günümüzde yok mu böyle babalar. Kız kardeşi Gülnüş u Resul Ağa adında oldukça yaşlı, ama paralı bir adamla evlendirdiğine göre onu da verecektir oraya; onun sevmediği, istemediği nakkaşaneye.. Zaten annesi hastadır, bir süre sonra ölür. Yusuf u daha sonra tersanede kalyonlarda nakkaşlık yaparken görürüz. O çalışırken bir martı da kalyonun köşkünde, oradaki dülgerin türküsünü dinler gibidir. O gümüşlü martıdır. Gümüşlü martıyı daha çok görecektir Yusuf. O sırada birden Kaptan paşa geliyor... Boşnak Paşa.. Topal Recep Paşa geliyor... diye bağırarak kaçışmaya başlar çalışanlar. Yusuf şaşırır. Bir alay yeniçeri de tersanede, kalyonlarda çalışanlara saldırmaktadır. Yusuf un çalıştığı kalyona çıkan yeniçerilerden biri de ona saldırır ve onun sol ayağmı bileğinden palasıyla keser koparır. Yusuf o acıyla kendini boşluğa, denize bırakır. Bunun nedeni de kalyonların sefere hazır hale gelmesi gecikmiş de onun içinmiş. Sefer gecikti bre namerder. Kaptan paşamızın Bahr-i Sefid üzre seferi ziyade gecikti bu yaz diye saldırırlarmış çalışanlara. IV. Murat dönemi bu. Kaptan Paşa Akdeniz seferine çıkacakmış da ondan. Yürekte olan Yusuf neden sonra bir kilisede gözlerini açar. Yanında bir rahip vardır. Bir de on iki, on üç yaşlarında bir kız çocuğunun aralık kaıdan kendisine baktığını görür. Sonra da Eapı kapanır. Yusuf buraya nasıl geldiğini sorar rahibe. Rahip Bir kayıkçı kardeşimiz getirdi der ve anlatır, Haliç Zindankapısı ndan Yemiş iskelesine zerzevat yükünü boşaltıp geri dönerken bulmuş sizi. Tersanede kopan kıyamette yaralandığınızı anlamış. Ölüden farkmız yokmuş. Ama yine de bileğinizi tuzla bağlayıp buraya yetiştirdi. Cemaatimizde ünlü bir hekim vardı çünkü. Hekim gerekeni yapmıştı, ayağında büyükçe bir sargı vardı Yusuf un. Artık onun bir ayağı yoktu; tek ayakla kaldığına göre yarım adam sayılırdı. Yusuf böyle düşünüyordu. Kapı aralığında görünen esmer kız da daha bebekken kilisenin kapışma bırakılmış. Boynundaki haç Müslüman olmadığım gösterdiği için Anna adı verilmiş, vaftiz edilmiş. O manastırda kalıyormuş. Kimsesizmiş. Bu kilise de o manastırın kilisesiymiş. O kız Yusuf a manastırda kaldığı sürece arada yemeğini, suyunu getirir, ona yardım eder, yanlarında kimse yoksa onunla konuşur. Kısacası Yusuf a karşı bir yakınlığı vardı bu kızın. Yusuf un da öyle. Gözleri hep onu arar, onu görünce içinde bir türlü anlayamadığı kıpırtılar oluşurdu. Altı hafta kalır manastırda Yusuf. Rahip onun nakkaş olduğunu kendi ağzından öğrendiği için bundan sonra onlara da bir şeyler yapmasını rica eder. Özellikle kutsal resimler. Böylece onlar yortularda satılacak, Yusuf da para kazanacaktır. Yusuf un hoşuna gider bu öneri. O ne olacağını, ne yapacağını düşünürken neyle karşılaştı. Hem de bu öneriyi bir rahip yapıyordu ona ve o rahibin yardımıyla iyileşmişti, iyileşmiş sayılırdı. Ama bunu, bu öneriyi kabul ettiğini Müslümanlar duysaydı... Yusuf manastırdan ayrılır, baba evinde istenen resimleri yapmaya başlar. Bitirdiklerini götürür teslim eder. Yıllarca sürer bu çalışma. Artık eli de, evi de para görmüştür. Ama onun her manastıra gidişinde görmek istediği biri daha vardır Anna. Asıl o... O da Yusuf un gelmesini bekler, onu düşünür. Geceleri onunla birliktedir rüyasında, onun ayak sesini duyar gibi olur. Kopan ayak yerine yaptırdığı sökülüp takılan tahta parçasının o yürürken çıkardığı sesi. Ona olan sevgisini manastırda bir tek Rahibe Diruhi sezinlemiştir, o bilmektedir. Onunla konuşurken onun sevdiği despot Rupen in sözleri kafasında çın çın eder Anna nın, Sevmekten korkma. Öyle sev ki sığmasın yüreğine... Anna Başrahibe Eliza dan çekinmektedir. En çok ondan. Yoksa Yusuf un her manastıra gelişinde koşa koşa yanma gidecektir. Ama manastırın duvarlarına yazılmış Incil den ayetler aklına gelir, kuralları düşünür, onu gözleyenleri düşünür, Başrahibe Eliza yı düşünür. Gerçi istenen bir rahibe olamamıştır. Bu doğru... Yıllardan beri için için bir Müslümam sevmektedir. Nakkaş Yusuf da gene gelmiştir, ayazmadadır işte. Rahibe Diruni yle konuşmaktadır Anna. Daha doğrusu Diruhi konuşmakta, o düşünmektedir; gözleri de ayazmada.. En sonunda konuşur konuşur, Anna yı iter Diruhi, Aptallık etme. Hadi git.. der, ayazmayı gösterir. Anna artık dayanamaz. Ona olan aşkı ne yasak dinler, ne günah, ne baskı, ne kural, ne kiliseden kovulma korkusu.. Orada, masada duran fesleğenlerden bir demet alır ve ayazmaya yönelir. O sırada bir martı çığlık çığlığa uçup pencerelerden birine konar. O gümüşlü martıdır. Yusuf la evlenirler. Adı da Andelib olarak değişir Anna nın. Ama bu kez de Yusuf un kız kardeşi Gülnuş, O kâfir kız. Onunla aynı çatı altında yaşayamam diye tutturur. Yaşayamazsa nereye gider?. Gidecek yeri var mı? Kocası ölmüş, kızı evlenmiş, torun torba sahibidir Gülnuş. Gidip damadının evinde de kalamaz... Tartışma böylece sürer gider. Yusuf un bir kızı olur. Ne yazık ki doğumda Andelib (Anna) ölür. Çocuğa da M eryem adı verilir. Doğumdan önce söylemişti bunu Anna, Kız olursa Meryem koyalım.. demişti. Andelib i (Anna) yitirdikten sonra Yusuf un sağlığı bozulmaya başlar. Hep onu düşünmekte ve dalıp gitmektedir. Birinde çok kötü olur, artık ona göre Azrail uzağında değildir. Meryem de on bir, on iki yaşlarına gelmiştir, ya ölüverirse ne olur?. Güvendiği, Meryem i emanet edebileceği bir yakını kalmamıştır, yoktur. Ve sonunda kararım verir, kızını manastıra verecektir. Onu tanıyan belki bir iki kişi kalmıştır manastırda. Nitekim Rahibe Diruhi başrahibe olmuştur. Ve Meryem i manastıra götürür babası. Orada Meryem le bir genç rahibe, Diruhi nin isteği üzerine bahçeye gezmeye çıkarlar. işte o zaman konuşmaya başlar Yusuf. Sonunda da Anna yı sizden almıştım on iki yıl önce. Gönülde olmasa bile görünüşte Müslüman olmuştu. Buna hakkım yoktu belki. Şimdi borcumu ödüyorum işte. Kızımı veriyorum manastırınıza der. Evet... Ne vapabilirdi Yusuf?. Azrail uzağında değildi onun, o öyle diyordu ne zamandır. Doğru uzağında değil gibi. Peki ölse kim bakar Meryem e? Kim analık babalık eder o zaman? Artık kimsesi yoktu Yusuf un, kalmamıştı. Üstelik Meryem in anası da biliniyordu. Anası neyse kızı da oydu: Kâfir... Kız kardeşi bile Anna ya Kâfir kız diye ayak diredikten sonra... Anna yla Yusuf un kendi ağızlarından, anlatıcı olarak kaleme almmış Gümüşlü Martı. Anlatım sıcak ve duyarlı. O dönemde kundağı içinde daha bebekken manastırın kapışma bırakılmış ve boynunda haç olduğu için Müslüman olmadığı anlaşılan Anna yla nakkaş Yusuf un öyküsü bu. Yalnız onların öyküsü de değil; biraz da despot Rupen le Diruhi nin öyküsü. Ama onlar sevgilerini içlerine gömmüşler. Rupen intihar etmiş. Diruhi ona olan sevgisini hep içinde saklamıştır. Oysa Anna nm sırdaşıydı o, ona yol göstermişti, hem de hırsla Yusuf un oturduğu ayazmaya doğru iterek. Ne var ki o Anna nm yaptığını yapamamıştı işte. Gümüşlü Martı/ Selma Fındıklı/ Koman/ Remzi Kitabevi/160 s. ÖZÜR: Fethi Naci nin yazısı bu hafta elimize ulaşmadığı için kullanamıyoruz. BİR DE DÜZELTME: Geçen haftaki sayımızın kapağmda yer alan Nazan Ipşiroğlu ile söyleşiyi Zehra Ipşiroğlu gerçekleştirmişti. Yanlışlıkla Jale Parla nm adı yayımlandı. Düzeltir, özür dileriz. CUMHURİYET KİTAP SAYI 635 SAYFA 3 Kapak konusunun devamı... * şinin en özel kalıcı belgesi midir. Bana kalırsa, çok çok özel bölümleri dışında, herhangi bir sanatçının mektuplarının yayımlanması gereklidir; mektuplar, o sanatçıyı çok daha iyi tanımamızı sağlamaktadır; hem zaten, sanatçı, yapıtlarıyla kendisini okura açmamış mıdır? Dolayısıyla yaşamöyküsü yazarları, incelemeciler, eleştirmenler için de bulunmaz hazinedir mektuplar. Elbet de esas olan, mektubu yazanın, yayımlanmasına izin vermesidir. Ölmüş sanatçıları adına da izni kalıtçıları verecektir. Şevket Rado ya Mektuplar kitabı, Enis Batur un yukarda sözünü ettiğimiz yazısıyla başlıyor. Kitabı düzenleyen Emin Nedret Nişli nin bu mektupları derlemesinin öyküsünü ve üç Garipçi nin Şevket Rado yla arkadaşlıklarını anlatan Dört Arkadaş başkklı yazısından sonra, mektupları içeren Orhan Veli Kanık Mektuplar/Belgeler den oluşan ana metinlerle sürüyor. Nişli, kitaba, mektupları daha iyi anlamamıza yardımcı olacak 97 not eklemiş. Kitabın son bölümü, her çağdaş kitapta bulunması gereken dizin bölümü. Kitapta yer alan; Rado nun, O. Velinin, M. Cevdet in ve O. Rifat ın çok sayıda fotoğrafı, yapıta bir küçük albüm niteliği kazandırıyor. Mektuplar yazıldığı sırada Ankara da olan üç arkadaşın İstanbul daki Rado ya yazdıkları, genellikle kendi yazılarının ve yapıtlarının İstanbul da basımıyla ilgili iş mektubu olarak nitelenebilir. Bu yargıya en çok uyanlar, Orhan Veli nin yazdıklarıdır; O. Veli, mektuplarında hemen hiç özel yaşamından söz etmemektedir. Buradan, O. Veli nin Şevket Rado yla, öteki iki Garip çiden daha az yakın olduğu çıkarılabilir mi: Akşam gazetesinde senin bir Kitabiyat sütunun var. Bu gönderdiğim yazıyı orada neşretm eni istiyorum. Eğer orada neşretm en doğru olmazsa başka tarafa koydur. Şiir hakkında bazı yazılar yazdım. Fıkra büyük lüğünde yazılar. Bana bildirirsen o yazıları da gönderirim. Bir tanesi nasır v e Süleyman E fendi m ünasebetiyle yazılm ış v e şairaneden bahsediyor. Bu yazıların benim kadar gazete için d e faydalı olacağını tahmin ediyorum. Çünkü hepsi aktüel m eselelere tem as ed iyor v e ed e biyatla az çok alâkalı insanlar için S en satio n n el bir hususiyet taşıyor. Kırk yılda bir olsun hu zahm etten kaçınmayacağını tahmin ederim. (25). Sana, â cil olan ihtiyacım a binaen birkaç tane daha La Fontaine tercüm esi gön deriyorum. Sen d e hana elli lira gön derebilirsen m em nun olurum. (35). Nurullah Ata B ey in Ankara y ı teşrifin d en sonra öğrendim ki benim şiir defterim sen de imiş. Kitabın niçin çıkmadığını bir türlü anlayamadım. Mâni; ahvali hâzıra mıdır, yoksa kitapçının sa rfı nazarı mıdır, yoksa Nurullah Ataç B ey in hidd eti m i? M alum d eğl. Her n e ise. (...) Galiba yakında Varlık m ecm uasında şiir hakkında makaleler n eşred eceğm. Onlardan münasip parçalar alıp gazetende mevzuuhahsçdebilirsen m em nun olurum. (29). G önderdiğin kitapları aldım. Çok teşekkür ederim. Baskı da çok hoşuma gitti. Belki Yaprak ta bu şiirlerden ba hsed e ceğiz. Sen bizim Yaprak la h iç alâkadar o l muyorsun. Halbuki herkesten ev v el senden v e Vâlâ Nurettin B ey den bir alâka bek liyoruz (47) O. Rifat ın yazdıklarında, iş dışında özel yaşamlardan da söz edilmektedir: Ben bekârlar kralı, g ece kuşu Oktay Rifat on gü n e kadar evleniyorum. Kâğıtlarım askıda. D üğün zannediyorum yapmayacağız. B ugünlerde Z onguldak a teşrif edersen nikâhımda bulunabilirsin. (...) Ben h iç değişm edim ; eski hamam, eski tas. Yalnız deli gib i âşıkım v e hanımın em ri veçh ile erken yatıp erken kalkıyorum. Sigarayı azaltmaya çalışıyorum. (67). Şiirimizde bir dönemi başlatan üç şairimizin bir dönemi Şevket Radtfya Mektuplar Türkân Rado, Şevket Rado ve Vâhit Turan (Küllük te). O. Rifat ın Ahmet adlı bir romam olduğunu, bu yapıtı çok önemsediğini, bastırmak için evini bile satmaya razı olduğunu ya da satılmak üzere olan evden eline geçecek parayı romanın basımı için harcamayı düşündüğünü mektuplardan öğreniyoruz: Kardeşim, beni tekrâr işim e başladım. D ört beş gündür devam ediyorum. Ahm et in encâm ını çok merak ediyorum. Nasıl N ebioğlu na kendisini heğendirebildi m i? Aman Şevket çiğim, A hmet i görücü görücü dolaştır ve muhakkak haşgöz et. (69). Bizim ev kat î su rette satılıyor. Yalnız kitapçı dükkânı açmak için d eğil başka işler için. (...)Şevketçiğim, hum eyandahem ş