Preview only show first 10 pages with watermark. For full document please download

Ilk Dönem Sûfîlerinde Tevhid Anlayişi

, ss İLK DÖNEM SÛFÎLERİNDE TEVHİD ANLAYIŞI Hamide ULUPINAR Özet İlk Dönem Sûfîlerinde Tevhid Anlayışı İslamî inanç sisteminin en temel akidesi, yaratılışın ana gayesi şüphesiz yaratıcının birliği

   EMBED

  • Rating

  • Date

    May 2018
  • Size

    789.5KB
  • Views

    2,358
  • Categories


Share

Transcript

, ss İLK DÖNEM SÛFÎLERİNDE TEVHİD ANLAYIŞI Hamide ULUPINAR Özet İlk Dönem Sûfîlerinde Tevhid Anlayışı İslamî inanç sisteminin en temel akidesi, yaratılışın ana gayesi şüphesiz yaratıcının birliği anlamına gelen tevhiddir. Kelam mezhepleri bu meseleyi aklı esas alarak tartışmışlar, sûfîler ise tevhidin sadece akıl ile değil ilham ve keşif yoluyla da kavranabileceğini ileri sürerek rûhî tecrübeleriyle tevhide yeni bir boyut kazandırmışlardır. Bu durumda tevhid, akılla kavranan bir fikir olmaktan öte bir yaşamdır ve herkes imanına, yaşama haline göre tevhidin bir mertebesinde bulunur. Buna göre halk tevhidi üç mertebe üzere yaşar. Birinci mertebe avamın tevhidi, ikinci mertebe zâhirî ilmin hakîkâtine ermiş kimselerin tevhidi, üçüncü mertebe mârifet ehli havâssın tevhididir. İlk sûfîlerden başlayarak tarih boyunca tasavvufun nihâî hedefi; üçüncü mertebeye yani mutlak vahdete ulaşmaktır ki mürîdin bu aşamada geldiği son nokta dünyaya gelmeden önceki haline dönmesi, Allah ı kevnden önceki haliyle anlamasıdır. Anahtar kelimeler: Tevhid, Sûfî, Keşif, Mutlak Vahdet, Rûhî Tecrübe, Mîsak. Summary The main persuation and purpose of creation in Islamic belief system is oneness s of God (al- Tawhid) which definitely means the unity of the creator. The İslamic Theology Sects has discussed this subject in terms of brain but Sufis claim that oneness s of God can be comprehended not only by brain but also by the discovery (al-kashf) which earns a new dimension to the oneness s of God by their spiritual experience. In this case oneness s of God, beyond an idea which is comprehended by brain, is life and everybody is somewhere in oneness s of God depending on their faith and the way they live. For this reason the nation lives oneness s of God in three degree; First degree is the common people's oneness s of God, second degree is people's who has reached the reality of artificial sciences and third degree is gnostics s oneness s of God. During the history, beginning from the first Sufis, the main purpose of the Sufism is to reach the third degree which is absolute uniqueness. The last point in this degree that the disciple reaches is his returning to the former position before coming to the world and understanding God in a way before he has existed. Key words: Oneness s of God (al-tawhid), Sufi, Discovery (al-kashf), Absolute Uniqueness, Spiritual Experiences, Agreement (al-mithaq) Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tasavvuf Doktora Öğrencisi. 236 Hamide ULUPINAR 1. Giriş Allah ın insanlara gönderdiği tüm peygamberlerin davetlerinin ana hedefi olan tevhid, şüphesiz insanlığın da ortak meselesidir. Bu nedenle üzerinde önemle durulması gereken bir husustur. Zaten tarihteki mezhep çatışmaları da bu durumu destekler mahiyettedir. Özellikle Kelam mezheplerinin temel meselesi olan tevhid, İslam dinindeki yerine binaen sadece Kelam ilmiyle sınırlı kalmamış, pek çok âlimin, düşünürün de üzerinde fikir yürüttüğü bir mesele haline gelmiştir. Yaratılışın amacına uygun bir hayat sürmeyi temel prensip haline getiren sûfîlerin Allah ın birliği (tevhid) e dair görüşleri, bu kavrama getirdiği açılımlar son derece önemlidir. Çünkü insanın yaratılışının temel gayesi tevhide ulaşmaktır. Biz bu çalışmada Kelam mezheplerinin fikirlerine ve mezhepler arası çatışmalara girmeden ilk sûfîlerin tevhid i nasıl anladıkları, bu husustaki görüşleri hakkında bilgi vermeye gayret göstereceğiz. Ancak bu konuya geçmeden önce, hatırlatma nevinden tevhidin kelime ve ıstılah anlamı hakkında kısaca bilgi vermeyi uygun görüyoruz. 2. Kavramsal Çerçeve 2.1. Tevhidin Kelime Anlamı Türkçe de birlemek anlamına gelen tevhid kelimesi, Arapça vahade kökünden gelen tef îl vezninde bir mastardır. 1 Vahade tek olmayı, tevhid ise bir şeyi diğerlerinden ayırarak onu tek kılmayı ifade eder. Ferede den O fârid, ferd ve ferîd dir denildiği gibi, lügat itibariyle vahade ve yehadü den O vâhid, vahd ve vahîd dir de denir. Tek anlamına gelen Ehad kelimesinin aslı da vahd kelimesidir. Vav hemzeye kalbedilince ehad olmuştur. Meftûh olan vav, bazen hemzeye dönüşmektedir. 2 Vâhid sayı itibariyle, Ehad ise keyfiyet itibariyle bir demektir. Bu nedenle Ehad kelimesi sadece Allâhü Teâlâ yı vasfetmek için kullanılır. 3 1 Âsım Efendi, el-okyânûsu l-basît fî Tercemeti l-kâmûsi l-muhît (Kâmus Tercemesi), İstanbul 1305, c. II, s. 48; Tahsin Yazıcı, Tevhid, İ.A., İstanbul 1974, c. XII, s Abdülkerîm b. Hevâzin el-kuşeyrî, er-risâletü l-kuşeyriyye, şerh ve takd.: Nevâf el-cerrâh, Beyrut 2001, s. 196 (Tasavvuf İlmine Dair Kuşeyrî Risâlesi, çev.: Süleyman Uludağ, İstanbul 1999, s. 386). 3 Hüseyin b. Muhammed er-râğıb el-isfehânî, el-müfredât fî garîbi l-kur ân, İstanbul 1986, s. 809; İbrâhim Mustafa (ve diğerleri), el-mu cemü l-vasît, Tahran ts., c. II, s İlk Dönem Sûfilerinde Tevhid Anlayışı 237 Tevhid, Allâhü Teâlâ nın bir olduğuna hükmetmektir. 4 Bir şey birdir, diyebilmek de tevhiddir. Arapçada birini şeceate (cesarete) nisbet ettiğin zaman Onu teşcî ettim. denildiği gibi, birini tek olmakla vasfettiğin zaman da Onu tevhid ettim. denilebilir Tevhidin Istılah Anlamı Tevhidin ıstılah anlamı; Allâhü Teâlâ nın her şeyde tek olduğunu bilmek, her şeyden önce O nun var olduğunu, bütün var olanların da O nun irâdesi ile sonradan vücut bulduğunu müşâhade etmektir. 6 Âlimlere göre Allâhü Teâlâ nın vâhid oluşu; Kendisini vasfederken hakkında vaz ve ref sahih olmayan varlık manasına gelir. Yani O, öyle bir tektir ki, O na bir şey eklenmez (vaz ) ve O ndan bir şey eksiltilemez (ref ). Halbuki bir insana Vâhid insan dediğin zaman durum bunun tam tersinedir. Çünkü elsiz ve ayaksız bir insan denildiğinde insandan el ve ayak ref edilmiş olur. Hak Teâlâ ise Ehadiyyü z-zât tır. Tahkîk ehli olan ve hakîkâte aşina olanlardan bazıları vâhid kelimesinin manasını şöyle izah ederler: Vâhid zattan bölünebilmeyi, zat ve sıfattan teşbihi nefy ve reddetmek, Allâhü Teâlâ nın fiil ve eserlerinde ortağı bulunmadığını kabul etmektir. 7 Tevhid bir şeyin vahdâniyetine ve birliğine hükmetmektir. Halbuki ilim olmadan hükmün olması mümkün değildir. Bundan dolayıdır ki Ehl-i Sünnet, Allah ın vahdâniyetine hakîkât yönüyle hükmetmiştir. Çünkü onlar bu âlemde latîf ve hoş bir eser, hayret verici güzellikte bir fiil görmüşler, hoş şeyler müşâhade etmişler, bu sanatların ve eserlerin kendi kendine vücuda gelmesinin imkansız olduğu kanaatine varmışlar, hudûs alametlerini her şeyde açık olarak bulmuşlar ve O halde bunların ademden (yokluktan), vücud (varlık) sahasına gelmesi için bir fâilin varlığı zaruridir. inancına ulaşmışlardır. Yani âlem, yer, gök, güneş, ay, deniz, kara, dağ ve çöl çok miktardaki suretleri, şekilleri, hareketleri, sükûnları, bilgileri, konuşmaları, ölümleri ve hayatları ile bir fâile ihtiyaç göstermektedir. Bütün bunların bir sânii ve hâlikı olması zaruridir. 4 Ali b. Muhammed eş-şerîf el-cürcânî, et-ta rîfât, İstanbul 1327, s. 48; Muhammed Ali el- Fârûkî et-tahânevî, Keşşâfu ıstılâhâti l-fünûn, Kalkuta 1862, c. II, s Kuşeyrî, Risâle, s. 196 (çev.: s. 386). 6 Ebû Tâlib el- Mekkî,, Kûtu l-kulûb fî muâmeleti l-mahbûb, haz.: Bâsil Uyûnü s-sûd, Beyrut 1997, c. I, s. 218 (Kûtü l-kulûb Kalblerin Azığı, çev.: Yakup Çiçek, Dilaver Selvi, İstanbul 2004, c. I, s. 480.) 7 Kuşeyrî, Risâle, s (çev.: s ). 238 Hamide ULUPINAR Bunlar iki veya üç sânîden müstağnîdir. O halde sânî birdir, kâmildir, haydır, alîmdir, âlimdir, kâdirdir, muhtardır, ortaklardan müstağnîdir. Her fiilin mutlaka bir fâili bulunması gerektiğine ve bir fiil için iki fâilin varlığına ihtiyaç bulunmadığına göre ilm-i yakîn ile şeksiz ve şüphesiz olarak bir varlığın bulunmasının zarureti bilinmiş ve anlaşılmış olur İlk Dönem Sûfîlerinde Tevhid Anlayışı 3.1. Tevhidin Mertebeleri İslam düşüncesinin odak noktasını oluşturan tevhid akidesi, bütün mezheplerin ve fikrî akımların aklı esas alarak tartıştığı bir meseledir. Sûfîler ise tevhidin sadece akıl ile değil ilham ve keşif yoluyla da kavranabileceğini ileri sürmüşlerdir. Bu durumda tevhid akılla kavranan bir fikir olmaktan öte bir yaşamdır ve herkes imanına, yaşama haline göre tevhidin bir mertebesinde bulunur. Buna göre halk tevhidi üç mertebe üzere yaşar: Birinci mertebe avamın tevhididir. İkinci mertebe zâhirî ilmin hakîkâtine ermiş kimselerin tevhididir. Üçüncü mertebe mârifet ehli havâssın tevhididir Avamın Tevhidi Serrâc et-tûsî ye (ö.378/988) göre tevhidin en aşağı mertebesi olan halkın tevhidi: Dil ile ikrâr (kabul etmek), kalp ile tasdîk (doğrulamak) tir. Yani dilin bütün isim ve sıfatları, Allah ın kendisine nispet ettiği şekilde nispet edip, kendinden nefy ettiği bütün şeyleri de yine o şekilde nefy etmesidir. 10 Bu anlamda Allah ezeliyetinde tektir, O nunla birlikte bir ikincisi yoktur, O nun fiilini vücuda getiren başka bir şey mevcut değildir. 11 diyebilmek ve bunu kabul etmektir. Avâmın tevhidinde gerçek anlamda bir tasdîk bulunmadığı için, kişi korku ve ümid çatışması 12 içerisinde, her türlü şekil, benzerlik, denklik ve zıtlık 8 Ali b. Osman Cullâbî el- Hucvirî,, Keşfü l-mahcûb, tah.: İs âd Abdülhâdî Kandîl, Beyrut 1980, s (Keşfü l-mahcûb Hakikat Bilgisi, haz.: Süleyman Uludağ, İstanbul 1996, s ). 9 Süleyman Ateş, Cüneyd-i Bağdâdî, Hayatı, Eserleri ve Mektupları, İstanbul 1969, s Ebû Nasr Serrâc et-tûsî, el-lüma, tah.: Abdülhalîm Mahmûd, Abdülbâkî Sürûr, Mısır 1960, s. 424 (el-lüma İslam Tasavvufu tasavvufla ilgili sorular ve cevaplar, çev.: Hasan Kamil Yılmaz, İstanbul 1996, s. 341). 11 Kuşeyrî, Risâle, s. 15 (çev.: s. 85). 12 Burada, korku ve ümit çatışmasından kasıt, insanın cehennem korkusu ve cennet ümidi ile İlk Dönem Sûfilerinde Tevhid Anlayışı 239 düşüncelerini görmezden gelerek gerçekleştirdiği bir vahdâniyet ile Hakk ı birler. Hakîkî bir tasdîkte korku ve ümit çatışması olmaz Hakîkât Ehlinin Zâhirî Tevhidi Sûfîlerin tevhid anlayışında genel olarak iki farklı bakış açısı vardır. Birincisi, alimlerin de serdettiği itikâdî içerikli tenzîhe dayalı zâhirî tevhid; ikincisi, zevk ve müşâhadeye dayalı şuhûdî tevhiddir. 14 Hakîkât ehli sûfîler zâhirî tevhidi şöyle açıklamışlardır: Kulluk vazifelerini ihmal etmeksizin Hak tan gelen şevâhidi ikâme ederek, mâsivâdan gelecek ümîd ve korku çatışmasını yok ederek, zâhir ve bâtında emir ve nehiy çizgisini koruyarak, sebepleri görmeden Hakk ın vahdâniyetini kabul etmektir. Burada ümîd ve korku çatışması, vahdâniyetin yüceliği ile yok olmuştur. Nitekim güneşin ışığı, yıldızların ışığının görülmesine imkan vermez. Oysaki güneşin ışığı varken de yıldızların ışığı vardır. 15 Bir başka deyişle Allah ın ehadiyetinin kemâli ve vahdâniyetinin tahkîki suretiyle birlenenin (diğerlerinden) ayrı tutulması, tek kılınmasıdır. Yani O nu, baba ya da evlad olmaktan uzak, zıddı ya da benzeri bulunmadığını kabul ile O ndan başkasına ibadet edilemeyeceğini, teşbîh, tasvir ve nitelemeye kaçmadan, Samed ve tek bir ilah olduğunu, O nun misli gibi bir şey bulunmadığını kabul etmektir. 16 Allah ın eşyaya karışmamış kudretini, eşya ile bütünleşmemiş sanatını bilmek, her şeyin sebebinin Allah ın yaratması olduğunu ve O nun yaratmasında bir illet olmadığını kavramaktır. Ne semaların yüceliklerinde ne de yerin derinliklerinde Allah tan başka müdebbir yoktur. Vehim ve zihin onu nasıl tasavvur ve tahayyül ederse etsin, Allah o tasavvurdan farklıdır. 17 Hak Teâlâ kendisini hangi sıfatlarla vasıflandırmışsa o sıfatlara, hangi isimlerle adlandırmışsa o isimlere sahiptir. O, isim ve sıfatlarıyla kadîmdir, ezelîdir. Hiçbir yönden yaratıklara benzemez. Zâtı, diğer zâtlara; sıfatları öbür sıfatlara benzetilemez. Mahlûk olan varlıkların sonradan meydana geldiklerini gösteren hiçbir emâre ve işaret O nda mevcut değildir. Sonradan olan şeylerden Allah ı tevhid etmesidir. 13 Tûsî, el-lüma, s. 50 (çev.: s ); Kuşeyrî, Risâle, s. 389 (Tercümede bu cümle yok). 14 Ebu l-alâ Afîfî, Tasavvuf İslâm da Manevî Hayat, çev.: Ekrem Demirli, Abdullah Kartal, İstanbul 2004, (3. baskı), s Tûsî, Lüma, s. 51 (çev.: s ). 16 Kuşeyrî, Risâle, s. 14 (çev.: s. 84); Tûsî, Lüma, s. 49 (çev.: s ). 17 Tûsî, Lüma, s. 49 (çev.: s. 28); Kuşeyrî, Risâle, s. 15 (çev.: s. 85). 240 Hamide ULUPINAR evveldir. O ndan başka ezelî varlık ve O ndan gayri ilah yoktur. O, her şeyden evvel var olan bir varlıktır. O, cisim, madde, şekil, şahıs, cevher, araz değildir. O nda birleşme, ayrılma, hareket, sükûn, fazlalık ve eksiklik yoktur. Bölümlere ve parçalara sahip, alet ve organlara mâlik değildir. Yön ve mekandan münezzehtir. Âfet ve musibetler O na isabet etmez. Uyuklama O nu tutmaz. O nun üzerinde vaktin geçerliliği yoktur. İşaretler O nu belirgin hale getirmez. Mekan O nu ihtiva etmez. Üzerinden zaman geçmez. Bir şeye dokunmak, bir köşeye çekilmek, bir yere hulûl etmek (girmek) O nun hakkında söz konusu olmaz. O nu fikirler ihata etmez, perdeler örtmez, gözler idrak etmez. 18 Bu nedenle Câfer-i Sâdık (ö.148/765) Kim Allah bir şeydedir veya bir şeydendir veya bir şey üzerindedir, diye iddia ederse şirk koşmuş olur. Çünkü O, bir şey üzerinde olsaydı, taşınan; bir şeyden olsaydı, hâdis; bir şeyde olsaydı, mahdûd olurdu. 19 demiştir. Hucvirî (ö.465/1072), tevhidin hakîkâtinin ve mâhiyetinin bir şeyin birliğine, o şeyin birliği hakkındaki sıhhatli bir ilimle hükmetmek olduğunu ifade ederek Allâhü Teâlâ nın zat ve sıfatlarında bölümsüz, fiillerinde delilsiz ve şeriksiz olarak vâhid olduğu için muvahhidlerin ve tevhid ehlinin O nu bu sıfatla tanıdıklarını, birliği hakkındaki bilgilerine de tevhid adını verdiklerini belirtmiştir. Ona göre: Kul, Hakk a dair mârifeti olan bir ârif olursa onun vahdaniyetine, birleşme ve ayrılma kabul etmeyen yüce vâhid olduğuna, Hakk a ikilik izâfe etmenin câiz olmadığına, vahdâniyeti sayı bakımından olmadığı için diğer bir adedin kabul edilmesi ile iki olmayacağına hükmeder. Allah mahdûd (sınırlı) değildir ki hakkında altı yön söz konusu olsun ve bu altı yönden her bir yön için de diğer bir altı yönün varlığı lazım gelsin. Bu sonsuz sayıların varlığını kabul etmek manasına gelir. O, ruh olmadığı için bedene muhtaç değildir. Cisim olmadığı için parçalardan mürekkep ve eşyadaki kuvvet değildir. Bir şeye hulûl etmiş değildir. Bu nedenle eşyanın cinsinden değildir. O, bir şeye bitişik değildir. O nun için bitişik olduğu şeyin O ndan bir parça olması bahis konusu değildir. O, bütün kusurlardan ve noksanlıklardan beridir, tüm afetlerden münezzeh ve ayıplardan mütealdir. O nun bir benzeri yoktur. O nun için O ve benzeri iki şey olmaz. O nun çocuğu yoktur ki nesli, vaslı ve faslı olsun. Zatı ve sıfatları üzerinde bir değişiklik olması câiz olmadığı için, bununla O nun varlığının değişmesi ve değişen şeyin değişme hükmünde olması bahis konusu olamaz. 18 Ebû Bekir Muhammed Kelabâzî, et-taarruf li Mezhebi Ehli t-tasavvuf, neşr.: A. J. Arberry, Kâhire 1994, s. 13 (Doğuş Devrinde Tasavvuf Taarruf, haz.: Süleyman Uludağ, İstanbul 1992, s. 61). 19 Kuşeyrî, Risâle, s. 17 (çev.: s. 88). İlk Dönem Sûfilerinde Tevhid Anlayışı 241 O, kemal sıfatları ile muttasıftır. Muvahhidler, hidayet ve vasiyetin hükmü ve gereği olarak O nun hakkında bu sıfatları kabul etmişlerdir. Ayrıca O da bizzat kendisini bu sıfatlarla tavsif etmiştir. Heva ve heveslerine istinat ederek mülhidlerin O na vermiş oldukları sıfatlardan beri ve mukaddestir. Zira O, kendisini bu sıfatlarla tavsif etmemiştir. Allah zâlimlerin dediklerinden müteal ve münezzehtir. Allah Hay, Âlim, Raûf, Rahîm, Mürîd, Kâdir, Semî, Basîr, Mütekellim ve Bâkî dir. Yani diri, bilen, şefkat eden, merhametli, irâde sahibi, kudretli, işiten, gören, konuşan ve dâimîdir. İlmi kendisine hulûl etmiş değildir. Kudreti, kendisindeki bir salâbet ve dayanıklık değildir. İşitmesi ve görmesi kendisi ile birleşmiş değildir. O daima sıfatları ile beraber kadîmdir. Bilinebilir şeylerden hiçbiri O nun ilminin haricinde kalmaz. O nun irâdesi karşısında mevcûdât çaresizdir, irâde ettiğini yapar ve bildiğini irâde eder. Mahlûkât, O nun sırlarına vâkıf değildir. Hükmü tümü ile haktır. Dostları için O na teslim olmaktan başka çare yoktur. Emri, tümü ile zarurettir. O nu irâde edenler için fermanını icra etmekten başka çıkar yol yoktur. Hayrı da şerri de takdir eden O dur. Recâ ve havf (ümit ve korku) O nsuz layıkıyla olamaz. Faydanın da zararın da yaratıcısı O dur. Hükmü tümü ile hikmettir. Kazasına rızâdan başka çare yoktur. Hiçbir kimse O na kavuşmanın kokusunu koklamamıştır. O na vasıl olmak için yol yoktur. Cennet ehlinin O nu görmeleri, evliyânın ise O nu dünyada müşâhade etmeleri mümkündür. O nu bu anlatılanlardan farklı tanıyan kimsenin dini yoktur 20 Hallâc-ı Mansûr (ö.309/922) ise tevhidi şöyle açıklar: Kıdem ve ezeliyet Allah a mahsus olduğu için, cisim onun ortaya çıkması, araz ise onun ayrılmaz vasfıdır. Varlıklarda olan onun toplanması ve kuvvetinin tutulmasıdır. Bir zamanın birleştirdiği bir şeyi başka bir zaman ayırır. Başkası sayesinde kadîm olan bir şey zaruri olarak ona muhtaç olur. Vehim ile hayal edilen bir şey tasavvur ve tasvir edilebilir. Bir kimse mekanda bulunursa nerede sorusu onu yakalar. 21 Tenzîh ederim O zatı ki üst O nu gölgelendirmez. Alt O nu kaldırmaz. Hiza O nu karşılamaz. Yan O nu sıkıştırmaz. Arka O nu çevrelemez. Ön O nu sınırlamaz. Önce O nu var kılmaz. Sonra O nu yok etmez. Hepsi O nu toplamaz. Oldu O na varlık vermez. Yok O nu yok etmez. Gizlilik O nu örtmez. O nun ezeliyeti sonradan olandan; varlığı yokluktan, evveliyeti gayeden öncedir. Ne zaman dersen bil ki O nun varlığı zamandan evveldir. Önce dersen bil ki önce O ndan sonradır. O dersen bil ki o harfini O yaratmıştır. Nasıl dersen bil ki zatı gizlidir, keyfiyetle nitelenemez. Nerede dersen bil ki O nun varlığı mekandan öncedir. O nedir dersen bil ki O nun hüviyeti ve mâhiyeti her şeyden 20 Hucvirî, Keşfü l-mahcûb, s (çev.: s ). 21 Kuşeyrî, Risâle, s. 14 (çev.: s ). 242 Hamide ULUPINAR farklıdır. O ndan başkası için belli bir zamanda iki zıt sıfat düşünmek bir çelişki meydana getirir. Fakat Allah yaratılmışlardan farklı olarak, açıklığı içinde gizli, gizliliği içinde açıktır. Hem Zâhir, hem Bâtın, hem yakın, hem uzaktır. Bu özelliği ile yaratıkların O na benzemeleri imkansız olmuştur. Yaptığını doğrudan doğruya ve bir şeye dokunmadan yapar. Görüşme olmadan ve karşı karşıya gelmeden anlatır. Îmâ ve işarette bulunmadan doğru yolu gösterir. Hiçbir himmet O na yol bulamaz, hiçbir fikir O na ulaşamaz. Zatı için nitelik, fiili için teklif yoktur. Sûfîler; gözler O nu idrak edemez, zanlar O na yetişemez, sıfatları başkalaşmaz, isimleri değişmez, O, ezelde böyle idi, ebedde de böyle olacak. O; Evvel dir, Âhir dir, Zâhir dir, Bâtın dır, her şeyi bilendir. O nun misli gibi bir şey yoktur, işiten ve görendir, diye ittifak etmişlerdir. 22 Bütün bunlardan maksat Hakk ı yaratılmışlardan tenzih etmek suretiyle O nu birlemektir. Cüneyd-i Bağdâdî nin (ö.297/909) tevhidi Kıdemi hadesten ayırdetmek şeklinde tarif etmesi bu anlatılanları özetlemektedir. 23 Cüneyd in bu sözünü Hucvirî şöyle açıklar: Kadîm ve ezelî olanı, hâdis şeylerin mahalli olarak bilmemen, hâdis ve mahlûk şeyleri de kadîm ve ezelî olan zatın mahalli olarak görmemendir. Bilmen gerekir ki Allâhü Teâlâ kadîmdir, sen ise zaruri olarak muhdessin. Senin cinsinden olan bir şey O na ittisal etmez, bitişmez. O nun sıfatlarından olan hiçbir şey seninle imtizâc etmez, karışmaz. Zira kadîm ile muhdes arasında aynı cinsten olma hali yoktur. Çünkü kadîmin varlığı, hâdis şeylerin varlığından öncedir. Kadîm var olduğundan beri, hâdis şeylerin vücuda gelmesinden önce muhdese muhtaç olmadığı için, hâdis şeylerin meydana gelmesinden sonra da muhdese muhtaç olmaz. Bu fikir ruhların kadîm olduğunu söyleyen şahısların görüşlerine muhaliftir. Kısaca muhdes şeylerdeki hareketlerin tümü tevhiddir, çünkü bunlar İzzet ve Celâl sahibi Allah ın şâhididir, kıdeminin ispatıdır. Her şeyde O nun tek olduğuna delâlet eden bir ayet ve şâhit vardır. Fakat kul bütün bunlardan gafildir. Çünkü O ndan başka bir murat istemekte veya O nun zikrinden başka bir şeyle sükûn bulmaktadır. Varlıkta ve yoklukta O nun ortağının olması câiz olmayınca terbiyede ve rablıkta şerîki olması imkansızdır. 24 Bu mertebede sûfîlerin, Kelam âlimleri gibi tenzih-teşbih arası bir tevhid anlayışına sahip olduklarını söyleyebil